Ertuğrul Özkök: Kürk mantolu göçmen Madonna neden bu bisikletin yanına gömülmek istedi?

Zamanın Ruhu

Bisiklet dediysem, Abdülcambaz’ın bisikleti demek istiyorum.

Sorunun cevabını yazının sonuna sakladım…

Çünkü önce bir Füruzan hikâyesi anlatacağım…

Yaşanmış bir hayat hikâyesi…

Yıl 1997 Ankara Tunalı Hilmi’de bir pasajın karanlık bodrumundayız

Yıl 1977…

Yer Ankara Tunalı Hilmi Caddesi…

İşte o caddede bir pasajın, penceresi olmayan, ışık girmeyen gerçek bir bodrum katındayız.

Kapı açılıyor veeee…

Gerisini o gün o sahneyi yaşayan ve hâlâ hayatta olan bir tanığının ağzından aynen aktarıyorum:

Beyaz kürk beyaz kalpaklı bir prenses içeri giriyor

“Bilgi Kitabevinin ofisindeyiz, editör Attila İlhan’ın odasındayız. Koridorda birtakım sesler duyuluyor. Derken kapıdan içeri bembeyaz kürkler giyinmiş, başında yine beyaz kürk kalpak olan bir kadın giriyor….”

Hikâyenin girişi böyle…

Gerisi, Türk edebiyatının iki Tennesse William karakterinin karyılıklı tiradları…

Bir tarafta Füruzan; karşı tarafta ise Attila İlhan

Bir tarafta “Parasız yatılı çocukların” kraliçesi Füruzan…

Masanın öteki tarafından ise “Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular” dizesini bütün neslimizin “en cool serenadı” olarak kafamıza kazımış büyük şair…

Devamı ise…

O da bir Tennesse Williams senaryo sahnesi…

O gün orada bulunan aynı tanığın ağzından devam ediyoruz:

Nasılsınız karlar prensesi Zinia

“Sadece kadınlar içeri girince ayağa kalkan Attila İlhan koltuğundan doğruluyor, çok karışık ve o zaman siyah saçları ve biraz da ürkütücü bakışlarıyla (Şiirinde öyle diyordu, “Gözlerini görseydiniz korkardınız/polisten kaçıyordu derdiniz”) kadına bakıyor ve “Nasılsınız karlar Prensesi Zinia hazretleri” diyor:

 “Sizinle Vladivostok’ta mı karşılaşmıştık, yoksa Çelyabinsk’te mi, beni hatırlamadınız mı, ben Prens Mışkin…

Füruzan olduğunu derhal anladığım kadın da oynamaya başlıyor, Attila abi elini öpünce, ‘Hatırlamaz olur muyum, ne votkalar içmiştik’ diyor.”

İlhan’dan donmuş ağaçlar baladı

Sıra yine Attila İlhan’dadır…

Cevabı da tam bir Attila İlhan cevabı olacaktır:

“Ne semaverler, ne çaylar, ağzımızdan çıkan buhar büyük ağaçlar halinde donardı, unuttunuz mu?”

Bu sahne, adeta iki eski sevgilinin buluşması şeklinde oynanırken, odada üçüncü bir erkek daha vardır.

Odadaki üçüncü erkeğin yüzündeki gülümseme

Üçüncü erkek gülmektedir ama yüzündeki gülümseme, bu konuşmayı pek sevmemiş bir erkekliğin tepkisini anlatan bir ifadeye dönüşmüştür.

Belki de Füruzan’ın yanındaki erkeğin rahatsızlığını fark ettiği için Attila İlhan konuyu değiştirir:

“Şimdi bu Angora’da kendimizi ve anılarımızı tüketiyoruz…”

Kar Kasidesi şiiri kime ithaf edilmişti?

Tunalı Hilmi caddesinde yaşanan bu litterer sahneden epey sonra Attila İlhan’ın hepimizi mahveden kitabı “Böyle Bir Sevmek” yayınlanır.

Kitaptaki şiirlerden birinin adı “Kar Kasidesi’dir…” 

Şiirin üzerinde küçük de bir not vardır…

‘Prenses Zinia’ya…’

O gün odadaki üçüncü erkek kimdi?

O gün odada bulunan üçüncü erkek, sanat eleştirmeni ve Işık Üniversitesi Rektörü Hasan Bülent Kahraman’dı.

Bu olayı onun dün T24’de yayınlanan “Çok şiirli, kederli, çok lezzetli: Füruzan ve öyküleri” adlı yazısından aktardım.

Peki şiirin ithaf edildiği “Prenses Zinia” kim?

Hasan Bülent Kahraman Attila İlhan’a sormuş “O mu?”

Gözlerini kısarak “Evet o” demiş…

Füruzan’ın ölümü üzerine yazılan en güzel yazılardan biriydi bu…

Füruzan bugün o kürkle Tunalı Hilmi’de dolaşsaydı

Okurken kendi kendime “Zamanın Ruhu işte tam budur” dedim.

Füruzan bugün o beyaz kürk ve kalpakla Tunalı Hilmi’de dolaşsaydı, kim bilir ne tepkiler çekecekti…

Ama okurken siz de benim gibi “Ona çok yakışmış” demiyor musunuz?

Attila İlhan bugün bir kadına, hem de kocasının yanında bunları söyleseydi, “WOKE’cular” ne derdi acaba…

Ha söylemeyi unuttum, o gün yanındaki erkek, Füruzan’ın eşi Turhan Selçuk’tu…

Türk çizgi ve mizah sanatının gerçek bir senyörü yani…

Ama siz de benim gibi “Attila İlhan’a çok yakışmış” demediniz mi okurken…

Ölüm haberini aldığımda aklıma Ece Ayhan’la sohbeti geldi

“Balkan Muhaciri” bir babanın kızıydı Füruzan…

Muhacirlik onun genlerinde vardı…

Ölüm haberini aldığımda, Ece Ayhan’ın Yeni Edebiyat dergisinde onunla yaptığı mülakatı hatırladım.

Benim için Türk mülakat antolojisinin başeseridir.

Mülakat değil iki büyük şairin sohbetidir o…

Günlük hayat cümleleri değil, şiirleri ve yazılarındaki iki Shakespeare kahramanı konuşmaktadır sahnede…

O sohbetten aklımda kalan harika 3 kelime

Ne kavramlar kalmıştı kafamda o mülakattan…

Mesela Ece Ayhan ona, “Kitle partisi şairlerden olmayışın önemlidir” demişti…

“Kitle partisi şairleri…”

Edebiyatın “Müesses nizamı” daha heroik biçimde nasıl aşağılanabilir ki…

Hangi devrimci bu kadar nahif bir sınıfsal analiz yapabilir

Ece Ayhan, “İlkokula takunyayla başlayan çocuklar da seni unutmayacaklar Füruzan” deyince o da şunu söylemişti:

“Bu benim için en büyük övünç olur. Bit, sirke muayenelerinin vazgeçilmez erleri, arka sıralarda oturuyorlar. İlk kaydolanlardan oldukları için numaraları hep küçüktür. Hep geç kalkmaktan korkarlar. Dişleri de ne çabuk çürür…”

Hangi devrimci, “Parasız yatılının sınıfsal analizini” bu kadar nahif bir dille yapabilir ki…

“İlansız ölüler” kavramını o mülakatta okumuştuk Füruzan’ın ağzından.

Onun dilinde en delikanlı padişah

Fatih Sultan Mehmet için kullandığı “Delikanlı Padişah” lafı kimin ağzına Ece Ayhan ve onunki kadar yakışabilir…

O gün söyledikleri, sanki yıllarca suyun içinde kalmıştır.

Bugün daha da ağır oturur insanın içine…

Mesela mı…

“Zalimlik korkunun kardeşidir. İyi beslenen insanlarda gelişir. Parasız yatılının zulümle bir ilişiği yoktur, az beslenmiştir…”

Ölünün arkasından konuşmayan ne zaman ve nerede konuşmalı?

Ece Ayhan, “daha yaşarken ölmüş” saydıkları insanlar için “Ölülerin arkasından konuşmayalım” dediğinde Füruzan’ın cevabı şu olmuştu:

“Öyleyse yüzlerine konuşalım…”

Böyle bir kadındı Füruzan…

Hep kapalı yaşadı…

Özel hayatını hiç bilemedik…

Veya çok az kişi bildi.

Turhan Selçuk’la boşandıktan sonra

Turhan Selçuk’la 1958’de evlendi. Tuhaftır ne zaman boşandıklarını hiçbir yerde bulamadım. 

Turhan Selçuk tekrar evlendi. Ya Füruzan? Boşandıktan sonra ne yapmıştır?

Hayatına kimse girmiş midir?

Her şey son 20 yılındaki derin sessizlik içinde kaybolup gitti… Fotoğraf bile çektirmedi son yıllarında.

Biliyor musunuz ki, o beyaz kürk mantolu Madonna’nın uzun yıllar Şişli’de oturduğu yer sobalı bir evmiş.

Onu da dün onu çok iyi tanıyan edebiyat dostundan öğrendim.

Balkan göçmeni bir kadın neden Hacıbektaş’a gömülmek ister

Füruzan bu cuma günü Nevşehir’de Hacıbektaş’da toprağa verilecek.

Babası Bulgaristan göçmeni, kendisini İstanbul’da doğmuş bir kadın…

Neden Nevşehir… Neden Hacıbektaş…

Kendi vasiyetiymiş…

Hacıbektaş, Taptuk Emre, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Barak Baba, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Balım Sultan, Pir Sultan Abdal ve Nesimi’nin yattığı kasaba.

Halk ozanı Mahsuni Şerif, Fikret Otyam, İlhan Selçuk ve Füruzan’ın eski eşi Turhan Selçuk bu mezarlıkta yatıyor.

Selçuk’un mezar taşındaki bisikletli Abdülcambaz

Turhan Selçuk’un çok sade bir mezar taşı var.

Adının dışında bir tek, onun çizgi ve karikatürlerinin en meşhur kahramanı olan Abdülcambaz’ın bisiklet üzerindeki deseni bulunuyor.

Füruzan neden bu mezarlığa gömülmeyi vasiyet etti merak ettim.

Balkan muhacirleri arasında Bektaşilik yaygındır.

Acaba ondan mı?

Ailesinde Alevilik veya Bektaşilik yok.

Yoksa eski eşi Turhan Selçuk’a yakın bir yerde yatma arzusu mu…

Galiba öyle…

Ama mahremiyet onun huzur odasıydı…

Böyle bir günde ne onu ne de kızını bu huzur odasında rahatsız etmek istemedim.

Füruzan’dan aldığımız son haber şuydu

Füruzan’dan aldığımız son haber, geçen yıl kendisine verilen Sedat Simavi Ödülü sırasında geldi.

Hastalığı nedeniyle törene gelemedi ve bir mesaj gönderdi…

Ama ne mesaj…

Daha doğrusu bir vasiyet…

Kürk Mantolu Madonna’nın vasiyeti…

Şunları yazmıştı hasta yatağından:

“Ben de hepiniz gibi dünyanın her yerinde insanlık onurunun kolayca çiğnenmesini dehşetle izliyorum.”

Füruzan’ın son arzusu şuydu

Özgürlük, adalet, mutluluk, iyilik, sevgi, aydınlık günler beklentisi hep dilimin ucunda oldu.

Ve bu dünyaya veda ederken son arzusunu şöyle dile getirdi:

“Tek beklentim aklın egemen olduğu, insan denebilecek iyi insanların, duyarlı bir hayatı kutsayanların çoğalması…”

O da Çetin Altan’la aynı hüznü ve acıyı paylaşarak ayrıldı bu dünyadan…

Ölüm döşeklerinde içlerinden gelen son söz şuydu:

Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir